ÖZELLEŞTİRME SİZİ ÖZGÜRLEŞTİRİR
“Özelleştirme özgürleşmek demektir.”-
Televizyonun karşısında, ayaklarını pufa uzatmış oturuyordu. Televizyon açıktı ve anahaber saatiydi. “İşsizlik, pahalılık, enerji sıkıntısı, dışa bağımlılık…” Ülkeyi cennet gibi gösteren, birçok haberden sonra, bir kamu malının özelleştirilmesi ile ilgili soru sordu gazeteci… Eskiden adı bakanlık olan ama yeni sistemde adı aynı olsa da atanmış memurlarla yönetilen, atanmış memurlardan biri olan sekreterin yanıtıydı; tırnak içerisindeki sözcükler.
Epeyce yürümüştü açık havada, soğukta. Evin sıcaklığı onu mayıştırmıştı. Televizyonun, geriden gelen seslerini duyuyordu ama anlamlarını kavrama yetisini yitirmişti... Sesler, ona ninni gibi geliyordu.
Kendini, beyaz önlüklü birisi ile konuşurken buldu… Hastane gibi bir ortamdaydı, koridorda birlikte yürüyorlardı. Adam dönüp ona:“Gidip başbakanı dinleme vakti geldi. Ne dersiniz gidelim mi?”diyerek yürümesini sürdürdü… Adını “Sendir” koyduğu adamı takip etmeye başladı.
Koridorda, hemşirelerin, temizlik görevlilerinin ve pijamalı-sabahlıklı hastaların, doktorların bulunduğu kalabalığa girdiler… İktidar partisi yandaşlarından oluşan, daha iyi görünümlü insanların da bulunduğu kalabalığa karıştılar. Üzerinde “AMELİYATHANE” yazan yere doğru akıyordu kalabalık.
AMELİYATHANE yazan levhaya bakarak, kendi kendine konuştu: “Beni ameliyat izlemeye mi yoksa toplantıya mı götürüyorlar.” Kimdi, adı neydi, burada ne arıyordu?...
Sendir ’in dediğine göre toplantıydı. İçeri girip öne doğru ilerlediler. Blok halinde oturaklarda oturan kalabalık, doldurmuştu içeriyi… Bu etkinlik için davet edilmiş her kademeden sağlıkçılar, doktorlar hınca hınç doluşmuşlardı. Salonda, koridorlarda, hasta odalarında, ortak koğuşlarda dolaşan birçok fotografçı ve kameraman vardı. Güvenlik görevlileri, neredeyse seyircilerden çoktu.
Ameliyathanede, arkasında turkuaz renkli bez üzerinde çeşitli yazıların olduğu ve üzeri turkuaz renkli örtü ile örtülmüş masa vardı… Masanın üzerine, mikrofon bulunan bir kürsü yerleştirmişlerdi. Bunların hepsini taşıyan, bir metrelik yükseltiydi. Baktı, her yan ayaklı ses büyütenler ile doluydu.
Prof. olduğunu yaka kartından anladığı Sendir ile birlikte, en önde yer bularak oturdular. Tam söylenen saatte, başbakan ve iktidar partisinin ileri gelenleri ve ilgili bakanın yer aldığı heyet içeri girdiler… Yükseltideki, önceden belirlenmiş yerlerini aldılar.
Ak saçlı Hastane Müdürü, konuşmaya başladı: “Bayanlar, baylar, bugün Sayın Başbakanımızın burada bulunmasından dolayı onur duyuyoruz. Dinlemeye can attığımız hükümet politikalarından birisini tanıtmak, anlatmak üzere burada bulunuyor. Önemli bir projeden, hayatımıza dokunan, onu değiştirecek olan bir projeden bahsedecekler. İşte karşınızdaaa, dünya liderlerinden birisiiii… Buyurun Başbakanım.”
“Dostlar arasında olduğumu hissediyorum. Bizleri heyecanlandıran, sizleri de heyecanlandıracağını tahmin ettiğim, yüce bir dava uğruna bir maceraya giriştik. Hükümetimizin yönetimi altında, bireysel özgürlükler, her geçen gün daha da derinleşip genişleyerek büyüdü. Onu engelleyen tüm köhnemiş düşünceler, sosyal öğretiler ve muhalefetin öne sürdüğü politikalar çürütüldü.
“Sosyal” sözcüğünün, söz dağarcığımızdan, konuşmalarımızdan çıkartılıp yasaklandığını duyurmaktan kıvanç duyuyorum. Artık, ‘sosyal bu, sosyal öteki, sosyal adalet, sosyal refah, sosyal hizmet, sosyal politika, sosyal güvenlik, sosyalizm, sosyal sınıflar’ yok. ‘Toplum mühendisliği’ yok.
‘Toplum’ diye, ‘halk’ diye bir şey yok. Sadece ve sadece tek tek kişiler var…. Bireyler var, bireylerin özgürlükleri, kişisel çıkarlar, menfaatler var. Biz, kişisel çıkarları ve özgürlükleri çoğaltacağız ve onların garantisi olacağız, olmaya devam edeceğiz.
Bugün daha da artıracağız özgürlüğünüzü. Mirasyedi ve sosyal vicdanını yanlış yönlendirilmiş olanları hedef tahtasına koyarak, sosyalist düşüncenin tabutuna; kocaman bir mıh çakacağız. Bugün bireyleri özgürleştirmek adına, bir müjde daha vermekten dolayı mutluluk duymaktayım.”
Dinleyiciler arasında bir fısıldaşma başladı… Heyecanlıydılar ve şaşkındılar insanlar… Daha çok meraklanarak, başbakana diktiler gözlerini ve pür dikkat kesildiler.
“Hastanelerimizdeki, aklı normal olmayan insanları, bugünden itibaren serbest bırakacağız. Onları hastane koğuşlarında hapsolmaktan kurtararak özgürlüklerine kavuşturacağız. Psikiyatri koğuşları, daha faydalı başka işler için kullanılacak. Mesela burasını, daha fazla kâr getirecek, daha fazla para kazandıracak olan plastik, estetik cerrahi müdahaleler için ayıracağız. Önceden bu servislerde kalan kiracılar için kendi ayaklarının üzerinde durmak, kendi sorumluluklarını üstlenerek; topluma daha yararlı kişiler olma yolunu açmış oluyoruz. Onları buraya koyan aileleri ve dostları, onların, yeni kazandıkları özgürlüklerinin nimetlerinden yararlandıklarını görecekler… Bu servislerden çıkarılan kiracıların, zevk almalarına yardımcı olacaklardır mutlaka ve çok memnun olacaklarından eminiz. Onlar özgürlüklerine kavuşurken devletimiz de gereksiz birçok masraftan kurtulmuş olacak… Buraya ayrılan kaynağı, yap, işlet, devret kurumuna aktararak; daha çok getiri sağlayacaktır. Dışarıya, özgürlüklerine yolcu edeceğimiz misafirlerimizin yakınlarına; kişisel sorumluluklarının neler olduğu, görevlilerimiz tarafından tek tek anımsatılacaktır. Bugün, özgürlük ve akıl sağlığı için çok önemli bir dönüm noktası.”
Başbakan koltuğuna doğru giderken, coşkulu bir alkış sesi ve tezahürat sesleri duyuldu. Tepkileri görebilmek için yakınındakilere göz gezdirdi. Memnun olanlar azınlıktaydı. Çoğunluk ise şaşkınlık içindeydi, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Yanındaki Prof. Sendir, hayal kırıklığına uğramış gibiydi.
Prof. Sendir:“Bu bir felâket olur!” diye fısıldadı ona dönerek. “Hayatımın eseri, hayallerim, geleceğim bu konuşmayla yerle bir oldu. Ben ve meslektaşlarım çöpe atıldık. Çöp yığınına döndük. Korkarım, size verdiğimiz iş sözünü yerine getiremeyeceğiz Doktor Bilmiş.”
Böylece, adını ve ünvanını öğrenmiş oldu… Hangi konuda doktordu?... Uzmanlık alanı neydi?... Doktor olduğuna göre, odası, sekreteri, yüksek maaşı olmalıydı. Onların hepsi, Sendir’in sözlerinden anladığı kadarıyla uçup gitmişti ve kendisi de hiç olmuştu.
Bir ellerim kaldı bana ait
Ellerim kömür karası
Ellerim beyaz eldiven
Sevdada yürek yarası
Ellerim martı kanadı
Ressam fırçası
Boyarken duygularınızı
Kırmızıya ,tutuşup yandı
Gözlerim gözlerim gözlerim
Sizinle mutlu yarına uyandı
Düşen bombaya
Yürüyen tanka
Patlayan mayına
Ve Amerikaya
İnanmadı ellerim
Emekçi elleriydi onlar,
Çocuk elleri
Herşeye şüpheyle bakan.
Başbakan ve avenesi, yükseltiden indiler… Hastane müdürü, başbakanla birlikte yanlarına geldi:“ Bu Bay, Psikiyatri Klinik Şefimiz Profesör Sendir” dedi.
Profesör Sendir, ürkekçe elini başbakana uzattı:”Yakında, ‘eski Profesör’ diye anılacağım.”dedi.
Başbakan:“Yapmayın, profesör. Burası sizi bağlıyordu, Sizi özgürleştirdik. Özel olarak ders verebilir, mesleğinizi serbest icra edebilirsiniz. İster çalışırsınız, istemezseniz çalışmazsınız. Karar sizin. İstediğinizi yapmakta özgürsünüz.”
Profesör Sendir, bir şey söylemek için ağzını açacakken vazgeçti… Onlara döndü: “ Bu bey, Tekmilistanlı ünlü Psikiyatrist Dr. Bilmiş.”dedi.
Başbakan:”Hmmm… demek Tekmilistanlı. Orası tek bir açıdan hayran olunacak bir ülke… Özgürlük olmaksızın yönetiliyor. Bizim ülkemizde, hükümetimiz herkesi hem özgürlüklere boğuyor, hem de daha iyi yönetiyor. Beyler birlikte törene katılmaz mısınız?” diyerek yanındakilerle birlikte, salon kapısına doğru yöneldi.
Başbakan ve çevresindekiler, koridora doğru yönelince, hevesli izleyiciler, güvenlik görevlilerince zor zaptedildi. Ne çok seveni varmış başbakanın!... Hemşireler ve doktorlar, koridorun iki yanına sıralanmışlardı, dikkatle başbakanı izliyorlardı.
Ortalık, televizyon kameralarının ışıklarıyla ve fotograf çeken foto muhabirlerin makinelerinin çakan flaşları ile şıkır şıkır bir aydınlık içindeydi. Ellerindeki ses kaydediciler, mikrofonlar, bloknotlar, kalemler ile haberci ordusu, bulut gibi takip ediyordu başbakanı.
O halde koğuşlara girildiğinde, orada bulunanların hali görmeye değerdi…
Oturanlar, yerde yatanlar, yataklarında oturanlar, yatanlar… Çıplaklar, pijamalılar, şortlular, gecelikliler, keller, karışık saçlılar, sakallılar, kayıtsızlar, dehşete kapılanlar… Uyudukları için hiçbir şeyden haberi olmayanlar da vardı. Hepsi de büyümüş gözleriyle korku ve şaşkınlık içindeydiler, neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Hastane personeli, oraya toplanmıştı… Televizyon kameralarına kendilerini çektirerek, televizyonda görünmeye çalışıyorlardı.
Hastane Müdürü: “Bayanlar baylar!... Bugün, hayatlarınızı değiştirecek olan bir haberi vermek için buradayız… Sizi tutsak hasta olmaktan kurtarıp özgür bireylere dönüştürecek bir kararı duyurmak, size müjde vermek üzere burada bulunmaktayız. Bu müjdeyi sizlere vermek üzere. hastanemizi onurlandıran Sayın Başbakanımıza sözü bırakıyorum.”
Başbakanın alkış memurları, gürültüyle alkışlamaya başladılar… Onlara bazı hastalar ve hastane görevlileri de katıldı.
Başbakan: “Buraya size büyük bir müjde vermek üzere geldim. Özgür olacaksınız. Sosyal ilginin, bakımın, sözde yardımcı hizmetlerin tutsağı olmayacaksınız. Kendi kendinize yardım edeceksiniz. Bu, ‘koğuş’ denen hapishanede tutulmayacaksınız. Bekçileriniz, bakıcılarınız, gözcüleriniz olmayacak. Topluma yük olma baskısından kurtulacak, özgür bireyler olacaksınız. Özgür bireyler olarak, toplumun bir üyesi haline geleceksiniz. Devlete bağımlı olmaktan kurtularak, kâr getiren iyi birer tüketici olacaksınız. Bunun karşılığında, sizden tek bir isteğimiz var: Seçimlerde bizim partimize oy vermeniz. Benim partim, hükümetim, ülkemizi yeryüzünde olabilecek en özgür ülke haline getirdi ve dünyaya örnek oldu. Sizlerden tek iste…”
“Hah işte!... Al bir tane daha!” diyen ses, başbakanın konuşmasını böldü. “ İşte senin sorunun bu. Bu yüzden buradasın. Başına ne geldiyse, bu istemek yüzünden geldi.”
Yattığım tavan arasında
Bir payanda var
Başımı vurduğum
Bir kapak var
Rüzgarın tıkırdattığı
Bir farem var
Karanlık köşeden bakan
Gözlerinden korktuğum
Birde mahzun çocukluğum
Adım atışım, nefes alışım
Kent denen devin
Kulak ve gözünün denetiminde
Çişim bile.
Başbakan, konuşmasına devam etti: “Hepimiz özgürlük istiyoruz. Ne kadar çok istesek bile az elde edebiliyoruz. İsteklerimizin esiri olmamalıyız, onlardan kurtulmalıyız. Hiçbir şey beklememeliyiz, istememeliyiz… Onu elde etmek için çaba sarf etmemeliyiz. O zaman özgür oluruz.”
Az önce bağıran kişi, titremeye başladı… Yine bağıracakken iki hemşire, ona yatıştırıcı iğne vurarak yatağına yatırdılar.
Başbakan konuşmasını sürdürdü: “Bütün dünya, bugün sizin özgürleştiğinizi görsün istiyoruz. Basın ve televizyonlar aracığı ile bunu an be an tüm dünyaya duyurmaktan, izletmekten onur duyacağız.
Özgürlüğe geçişinizi kolaylaştırmak için hemşireler, eşyalarınızı verecekler ve size bir hafta yetecek kadar para verecekler… Üzerine gitmek istediğiniz, gideceğiniz yerleri yazacağınız; yakınlarınızın, akrabalarınızın, adreslerini yazacağınız kâğıtlar ve kalemler verecekler. Dışarıda sizleri, yeni yuvalarınıza götürecek araçlar bekliyor… Nereye gitmek istediğiniz size kalmış. Vereceğiniz, götürülmenizi istediğiniz bir adres yoksa, bir araçla otobüs terminallerine bırakılacaksınız.
Bundan sonraki yaşantılarınızda sizlere, uzun, sağlıklı ömürler, başarılar diliyorum. İyi bir tüketici olun, özgür birer yurttaş olun, özgürlükler içinde yaşayın.”
Başbakan konuşmasını bitirir bitirmez, hemşireler, hastabakıcılar koğuşlara girdiler… Pijamalı, gecelikli, yatakta olan hastaları dürtükleyip ikaz ettiler… Gerekirse azarlayarak, tehdit ederek giyinmeye, eşyalarını toplamaya zorladılar. Hastaların arasında, tencereleri, tavalarıyla yatağından ayrılmamak için savunmaya geçenler bile vardı.
Hastalardan biri, sezdirmeden başbakana yaklaşarak konuştu: “Demek yeni başbakan sizsiniz öyle mi?... O kadar çok başbakanla tanıştım ki sizi anımsayamıyorum. Adınız neydi, nerenin başbakanıydınız zamanında?... Bizimle birlikte yaşayacak olmanızdan memnunuz efendim. Burada birçok başbakan var, bir fazlası göz çıkartmaz. Buradakiler çok sıkıcılar. Tek istedikleri kendilerinin övülüp alkışlanması. Partilerine yapılacak mali katkıları da çok severler. Sizin partinizin de mali desteğe ihtiyacı çok mu?”
“Çok teşekkür ederim.” dedi başbakan.
“Çok güzel bir yatım var Sayın Başbakanım. Sizi orada ağırlamak isterim. Bankadaki hesaplarımın şifresini hatırladığım zaman tabii ki. Yatımın, bakımını ve onarımını yaptırdıktan sonra tabii ki.”
Birden yüksek sesle zil çalmaya başladı. Zille birlikte, hastabakıcılar ve hemşireler, hastaları dışarıya çıkartmaya başladılar. Bazı hastalar söylenene uyarak, gösterilen alana doğru gittiler… Bazıları sorun çıkartarak gitmemek için direndiler, bağırıp çağırdılar. Kimileri karyolalarına, kimileri “serum ayaklarına” yapışmışlardı ayrılmamak için direniyorlardı. Hastane Müdürü onların da yatakları ile birlikte dışarıya, bahçeye çıkartmalarını emretti.
Başbakan gülümseyerek hastane müdürüne el salladı :“ Kolay gelsin.” Başbakan, maiyetiyle birlikte çıkarken, Prof. Sendir’i olup bitenleri yorgun bir teslimiyetle izlerken gördü… Başbakan, Prof. Sendir’e : “Merak etmeyin, dünya sizi işsiz bırakmayacak kadar çılgın hâlâ” dedi.
Dr. Bilmiş ve Prof. Sendir de başbakanın arkasına takılarak dışarıya çıktılar.
Hastane bahçesi, ana baba günüydü… Ağlayan, sızlayan, bağıran, sessizce yatağında yatanlarla, oradan oraya koşturan, otomobillerinin kapılarını açmış bekleyen insanlarla doluydu. Hastalar, çantalarının, bavullarının saplarına yapışmışlardı… Hastanenin bahçesi, poşetlerini, torbalarını sıkı sıkıya tutan, bir ellerinde de adres yazılı küçük kâğıt parçalarını tutan hastalarla kaynıyordu. Herkes bir ambulansa birilerini bindirmeye çabalıyordu… Hastalar, ambulanslara binmeye uğraşıyordu.
Yüzlerce televizyon kameramanı ve habercisi, bu kalabalığı, hayhuyu; detaylarına kadar çekip kitlelere ulaştırmak için büyük çaba sarf ediyorlardı… Bu, gürültünün artmasına neden oluyordu. Habercilerin aralarında, etrafında, meraklı bir kitle toplanmıştı.
Ambulanslar ve hasta nakil araçları, yolcularını aldıktan sonra arka kapılarını sertçe kapattılar… Hareket etmeden önce, sirenlerini ve kornalarını çalarak şenlik havasında yola çıktılar.
Yataklarından, serum ayakları’ndan ayrılmayanları, gidecek adres veremeyen hastaları; poşetleri, torbaları, valizleri, çantaları ve ne eşyaları varsa onlarla birlikte, el arabalarına, sedyelere yüklediler… Onları, ana caddeye çıkartıp şehrin otobüs terminaline doğru itekleyerek yola çıkarttılar. Bahçe, hastane boşalıvermişti.
Prof. Sendir, arkadaşına döndü: ”Senin için burada iş bulma olanağı yok artık, sevgili Bilmiş. Belki sen benim için Tekmilistan’da bir iş bulabilirsin.”dedi.
Meslektaşlarıyla birlikte yemeğe katıldılar. Herkes, Prof. Bilmiş’ in az önceki olaylar konusundaki görüşlerini merak ediyordu. Prof. Bilmiş, bir umutla başbakanın az önceki konuşmalarını destekler yönde birkaç şey geveledi… Sonra, meslektaşlarına, bu durumdan nasıl kârlı çıkabilecekleri konusunda kafa yormalarını, krizi faydaya dönüştürmelerini tavsiye etti.
Tekmilistan’ dan hapishaneden kaçtığını, buraya sahte kimlikle geldiğini söyleyemedi… En iyi yönetim sistemini aramaya gelmiş bir kaçak olduğunu, söyleyemedi elbette.
Prof. Sendir ile vedalaşarak sahte kimlikle kaldığı otel bozuntusuna doğru yöneldi… Karşıdan, kimliğini kullandığı kişinin geldiğini gördü… Kimliğine büründüğü kişinin yanında, birkaç görevlinin olduğunu görerek, ne yapacağını şaşırdı. “Ne de olsa rüyadayım, uçarak kurtulabilirim bu durumdan” diye düşünerek, kollarını iki yana açtı, zıplayarak havalandı.
Hürdoğan Aydoğdu.
· “Ateşböcekleri Erken Ölür” adlı öykü kitabından
Comments